Bir önceki yazım, “yerelde olanın yerelde kalmasını teşvik et” idi. Bu mottoyla, müşteri mülakatları yapmaya başladım. İnsanlara ilk olarak; “Eko köy hakkında ne biliyorsunuz?” sorusu sordum. Cevapların çoğunluğu hiçbir bilgim yok, bilmiyorum, bildiğimi sanmıyorum şeklinde geldi. Kavramı somutlaştırıp biraz malumat verdiğimde, zihinlerinde oluşan resimler ışığında bireylerin veya toplumun hapishane yaşamı yaşadığını, bunun esasında farkında olarak yaşadıklarını da fark ettim.
Bu durumun farklı penceren yansıyan görüntüsü de şu şekilde olabilir: Teknolojiler gelişti, yaşamımız kolaylaştı, kapitalist düzen zirve yaptı, insanlar tüketim çılgınlığına kapıldı, üretim arttıkça tüketim de arttı. Üretim bollaştıkça, tüketim de haliyle bollaştı. Fazla üretim doğada kaybolmayan çöp ambalajlarını da beraberinde getirdi vb. bunu say say bitiremem. Ama zihniniz de bu fotoğraf karelerinin albüm sayfası gibi çevrildiğinin farkındayım.
Şimdi bu konuya Hanover Üniversitesi’nden Prof. Dr. Robert J. Rosenthal’ın “ eko köyler hakkındaki aktarımı ile dikkat uyandırmak istiyorum. “Eko köyler, yeni ve gelecek için ümit veren, belli bir amaç ile bir araya gelmiş, bilinçli topluluklardır. Yapılarında iki önemli özelliği barındırırlar. En nitelikli yaşamın insanların birbirini desteklediği, sağlıklı küçük topluluklarda oluştuğudur. Diğeri insanlık için sürdürülebilir yaşam yolunun geleneksel toplum yaşamının tekrar canlandırılmasından geçtiğidir. Eko köyler, tarih boyunca en fazla ümit veren, en önemli harekettir.”
Dünya insanının da yurdum insanın da gerçekten sürdürülebilirlik anlamında, eko köy, perma kültür, gibi konu ve kavramlarda bilinçlendirilmesi gerekliliğinin, acı tablosunu bizzat deneyimliyorum. Aslında tanımı kavrayanların da, içlerinde imdat çığlıkları çoktan başlamış, sadece çığlıklarını susturuyorlar. Tabi bireyleri ve toplumları bilinçlendirmek çarkın bir dişlisi. Fakat, 18.252 adet köyü bulunan ülkemizin kaç tane köyünde “eko köyü” bilen köylümüz var, bir de buradan bakalım! Köylülerimiz bile kapitalist düzenin emekçisi olmuşlar. Biz şehirdeki insanlara beton yığınlarının, yüksek binaların, yolların, köprülerin arasına sıkışmış sanırız değil mi ? Ya 18.252 adet köylerin geniş coğrafyasında yaşayan zihinlerine sıkışmış insanlar için ne düşüneceğiz?
Onu bunu bilmem, ama şunu bilirim; mağara adamlığından, tarım kültürüne geçmiş bitkiyi, hayvanı eğitmiş evrimleştirilmiş atalarımız kadar, canlı, hür, özgür ve zengin değiliz.
Referanslar: